HANGİSİ KADER HANGİSİ İRADEMİZİN SONUCU...
"Biz her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık." (Kamer/49)
"Fay hatları kaderdir." Fakat fay hatları üzerine bina yapmak kader değildir. Ovaları işgal etmek, kader ( yani Allah'ın isteği) değildir...
Üç kuruş dünya menfaati elde etmek için dengeyi bozmak ve insanlara mezar olacak binalar inşa etmek kader (yani Allah'ın isteği ve zorlaması) değildir!
Kader; ızdırari ve ihtiyari olmak üzere ikiye ayrılır. Hangi ana babadan dünya geleceğimiz, boyumuz, göz rengimiz vs. bunlar bizim irademiz dışında olanlar ızdırari kaderdir. Burada insanın hiçbir tesiri ve mesuliyeti yoktur.
Bir de bizim irademize göre vuku bulan kader vardır ki, kul neyi ister ve neyi ihtiyar ederse Cenab-ı Hak da onu yaratır. Kişi camiye de gitse, şer bir yere de gitse yürümeyi yaratan Allah’tır. İsteyen ve tercih eden kul, yaratan ise Allah’tır. İhtiyarî kaderde idare ve tercih tamamen insanın iradesine aittir; yaptığı her şeyden mesuldür. İman-küfür, iyi-kötü, hayır-şer, günah gibi şeyleri tercih eden insandır.
Dünyaya gelen her insan bir kader programına tabidir. İnsanın ne yapacağını, başına ne geleceğini Yüce Allah ezelî ilminde biliyor. Ancak Allah’ın bilmiş olması, insanın o işi yapmasını zorlamaz. Çünkü Allah, insanın önüne sonsuz tercih şıkları koymuştur. İnsan kendi iradesini kullanarak, hangi yolu tercih ederse, Allah onu yaratır, mes’uliyet insana aittir.
“Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz...” (İnsan, 76/30)
Bu âyet-i kerîme, Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğunu, gökleri ve yeri, insanları ve işlerini onun yarattığını, gizli ve açık her şeyi bildiğini, o dilemedikçe insanın bir şey yapamayacağını beyan etmektedir. İnsan irade sahibi bir mahluktur ancak istediği her neticeyi elde etmesinde iradesi yeterli değildir. İnsanın kendi iradesine bırakılmış işlerde, insan dilemedikçe Allah o işi yaratmaz. Mesela, insan yürümeyi dilemezse, yerinden kalkmazsa Allah onu yürütmez. Yürümeye karar verirse, Allah da onu yürütür, istediği yöne götürür.
Bazı işler de vardır ki, insan işi yapmaya niyetlenir ve karar verir, ama Allah külli iradesiyle ona izin vermez. Kişi İstanbul’a gitmek için bilet alır, ama rahatsızlanır veya yakınlarından biri vefat eder, o da o menzile varamaz. Demek ki kişinin bir şeyi irade etmesi, o işin mutlaka meydana geleceği manasına gelmez. Esas olan Yüce Allah’ın dilemesidir. O dilerse, kul da o işte muvaffak olur. Zaten insan hayır dilemişse, önüne engel çıktığı için yapamasa bile sevabını alır.
Yüce Allah dilemezse hiçbir iş vücuda gelmez, hiçbir mahluk vücut sahasına çıkamaz. Bütün güç ve kuvvet ondandır. Her şeyin dizgini onun elindedir.
Bu dünyada ahiret namına bir imtihan geçiren insanoğluna, bir cüz’î irade ve hürriyet verilmiştir. Bu iradenin serbest bırakılması sayesinde, insan dilediği şeyi tercih eder, arzu ettiği yoldan gider, beğendiği mesleği seçer. Bütün bunlarda, “insan fail-i muhtardır”. Yani; istediği, tercih ettiği şeyi yapma, istediği fiili icra etme imkânına sahiptir. Zaten böyle olmasa, insanın imtihan olması nasıl gerçekleşecektir?
Bununla birlikte, insanın her dilediği şeyin gerçekleşmediği de ayrı bir hakikattir. İçimizi yakan trafik kazaları bunun en açık delilidir. Kaza yapan bir otobüsteki bütün yolcular, otobüse kendi iradeleriyle binmişler ve birtakım işler görmek üzere bir şehre doğru yönelmişlerdir. Fakat ayet-i kerimenin hükmü kendini göstermiş ve Allah dilemediği için o işlerin hiçbiri yapılamamış ve o yolcular kendi diledikleri şehre değil, Allah’ın dilediği kabir âlemine göçmüşlerdir.
Bu hakikati yanlış değerlendirerek, kulun hidayete erme konusunda hiçbir rolü olmadığını sanmak ve bu ayeti, Cebriyecilerin (insanın iradesinin olmadığını ve rüzgarın önünde savrulan bir yaprak gibi olduğunu ifade edenlerin) anladığı manada, iman ve hidayeti engelleyici bir unsur olarak kabul etmek çok yanlış olur.
Selam ve dua okuyan araştıran sorgulayan anlayışı ve kavrayışı yüksek olan temiz akıl sahiplerine olsun İNŞALLAH...